Eski Akçakoca mı geri istiyorum………Arkadaşlarımla , Ortaokul ve lise yıllarımızda yaz aylarının gelmesini iple çekerdik.Fındık dalları yeşermeye başladığı zaman yabancı konuklar da Akçakoca’ ya gelmeye başlardı.Konukların hangi ülkeden geldiklerinin bizim için hiç önemi yoktu. Onlar bizim konuklarımızdı. Farklı kültürleri tanıma fırsatı bulurduk.

Çarşı meydanındaki Eski Halk Eğitim binasının altındaki Turizm Bürosu, sırtlarında çantaları,ellerinde yeni yürüyen çocukları ile memleketimize gelen insanlarla dolup taşardı. Turizm bürosunda çalışanlar bu insanları yerleştirmek için büyük çaba gösterirlerdi. O zamanlar denize yakın tüm evler konukları ağırlamak için seferber olurdu. Konukların çok olmasından dolayı bizlere de iş düşerdi. Bizde yarım yamalak İngilizcemizle onlara eşlik eder,dilimizi geliştirmeye çalışırdık.Konuklara plajlarda da eşlik eder, onlarla arkadaşlıklar kurardık.Bir defasında gitmek istedikleri yeri bir türlü tarif edemediğim için onlarla beraber kamp yerine kadar gitmek zorunda kalmıştım.Sokakta konuşacak bir yabancı mutlaka vardı.Bazı zamanlarda o kadar kaynaşırdık ki, köylerimize bile gezmeye götürürdük onları.
Bizim zamanımızda liselerde hazırlık sınıfı yoktu. Buna rağmen yabancı dil derslerinde iyi sayılırdık.Hocalarımız sürekli bizi pratik yapmaya yönlendirirdi. Uzun lafın kısası biz bu işe hevesliydik. Derdimizi anlatmaya, konukların da dertlerini anlamaya çalışarak her gün yeni bir şeyler öğrenirdik. Bu gün çocuklarımız iki dil biliyor ama konuşacak, gezdirecek, ağırlayacak, kültürlerini paylaşacak konuklarımız yok. Her sokağında , her milletten insan gezinen Akçakoca’ma ne oldu. Neden küstürdük herkesi……..

Akçakoca’m konuklara el değmemiş bir cennet gibi geliyordu. Şehrin tam ortasından denize girilebilen kaç memleket vardır ki ?...Armutçu Ağzından başlayıp Ayazlının dibine kadar alabildiğine altın kumla kaplı sahilimize hepimiz hayran değil miydik.O zamanlar çok fazla restoranımız, kafeteryamız, marketimiz yoktu. Esen tepede yürüyüş yapmak, çarşı meydanındaki Roma dondurmasında dondurma yemek, akşamları da Belediye Gazinosunda çay içmek lüksümüzdü. Zaman zaman gelen konuklara malını iki katına satan esnafa kızsak ta herkes halinden memnundu.

Güzel Akçakoca’mın kötü kaderi Büyük damperli taş kamyonlarının Sapak mevkiinden içeri girmesi ile başladı.Karadeniz’im buna hemen karşı çıktı.Kükredi,atılan tüm taşları savurdu sağa sola ama nafile.Kamyonlar, kamyonlar…….taşlar….beton bloklar…….toz duman…..canını acıtmıştı Akçakoca’mın….Bıraktı kendisini……Kimse dur demiyordu.Herkes yalnız seyrediyordu.Ağladı Karadeniz’im....Kimdi bu kararları verenler…….ne istemişlerdi cennet Akçakoca’mdan. Ben de ağladım….”Yapmayın bu barınağı” buraya yapmayın diye haykırmak istedim.Ama beni kimse dinlemezdi.”Gençlerin aklı ermez her şeye” derdi büyüklerimiz.Aklımız eriyordu da gücümüz yetmiyordu…Birilerine dur demeye gücümüz yoktu.Barınağın olmasını tabiî ki istiyordum.Ama asla bugünkü yerine değil.

Bu gün Akçakoca’mda bir çok şeyin değiştiğini geliştiğini görüyorum. Olumlu gelişmelere herkes gibi yürekten katılıyorum. Ama Sahile iki adım yerde yükselen çok katlı binaları, kalbinden hançerlenmiş gibi yapılan ve güzelim sahilimizi katleden barınağı, gördükçe içim acıyor. Bu gün, bu kararları verenlerin vicdanlarının da rahatsız olduğunu düşünüyorum. Kötü kararlar, güzel şehrimizin kaderi olmamalı.
Eski Akçakoca’mı geri istesem yerine getirebilir misiniz
Gülten ÖZDEŞ / 16.07.2010
Editör:
N. Cingirt